Bir gün önce Paris sokaklarında yapmış olduğumuz full atraksiyonun verdiği yorgunluğa aldırış etmeden, sabah kahvaltıdan sonra doğrudan Disneyland’ın yolunu tuttuk otobüsümüzle..Bu kez ekstra olarak düzenlenen tur ile gitmeye karar vermiştik ve çok şükür başka bir rehber eşlik etmişti bize..O rehber diğerinden nispeten daha iyiydi..Her neyse yaklaşık yirmi dakikalık yolculuktan sonra Disneyland’a vardık. Rehber gidip hemen biletleri kaptı ve bizlere dağıttı. Bildiğim kadarıyla biletler 60 € civarında. Kış sezonu olduğu için kalabalık yoktu desem yanılmış olmam herhalde. Aynı şeyi Eiffel için de söyleyebilirim o zaman. Ama duyduğum kadarıyla yazın buralarda inanılmaz kuyruklar oluyormuş. Saatlerce bile beklendiği oluyormuş falan filan..
Big Thunder Mesa.. |
Biletlerimiz ile turnikelerden geçtikten sonra Main Street denilen yere vardık. Burası Disneyland’da bizi ilk karşılayan yerdi. Bildiğin Disneyland’daydık yani..Girişte verilen haritalarımızla üstü kapalı neyin nerde olduğunu inceliyorduk. Bu bölümde pek fazla ilgimizi çeken bir şey yoktu. Burada pek zaman kaybetmeden hemen maceraya atılmak istedik ama bir kaç kişinin biletlerinde sorun çıkınca yarım saat kadar beklemek zorunda kaldık. Tur ile gitmenin olumsuz yönlerinden biri işte bu..Oflaya puflaya o kişilerin de gelmesini bekledikten sonra yolumuza devam ettik. Biraz yürüdükten sonra Frontierland denilen kovboy kasabası havasındaki bölüme geldik. Burası en sevdiğim yerlerden biri olmuştu. Fantom evi falan derken kendimizi Big Thunder Mountain’da bulduk ve roller coaster’a attık kendimizi. Acayip bir şeydi ya..Adrenalin sevenler için ideal bir yer burası. Tabi bu daha sonra bineceklerimizin yanında hiçbir şeydi. Daha önce Tatilya’ya gitmemiş biri olarak merak ediyordum nasıl bir şey olacağını; ama baktım ki on numara..S’ius aynı şeyleri uçak için de söylemişti bana..Yok karnından yukarıya doğru bir kıpırdama falan filan..Hiçbir şey olmadı..Aynı şekilde roller coaster’da da..Sonra anladım ki adrenalin benim göbek adımmış !! Bu maceramız ile ilgili videoları BURADAN izleyebilirsiniz.
Market House Deli Restaurant.. |
Big Thunder’dan sonra rotamızı Adventureland denilen macera adasına çevirdik. Karayip Korsanları’nın kalesini ziyaret edip yeraltındaki dünyalarını keşfettik. Oradan sonra civarda ilgimizi çeken yerleri fotoğrafladık. Yeşillik üzerinde keyif yapan kazları ve ördekleri de es geçmedik tabi. Oradan daha çok çocuklara yönelik olan Fantasyland’e geçtik. “It’s a small world” denen ve bir çok ülkeyi simgeleyen görselleri barındıran hayal dünyasındaki yolculuktan sonra saat çoktan öğlen olmuştu bile. Yavaştan acıkmaya başlamıştık ama yemekten önce Advanetureland’deki şu Indiana Jones’a bir göz atalım dedik..Indiana Jones’u anlatmaya kelimeler yetmez. Big Thunder’daki roller coaster’dan iki kat daha heyecanlı diyebilirim kısacası..Karnımızın aç olmasına aldırış etmeden bir tur daha attık.. Artık salgılanan adrenalin hormonu midemizi yok etmek üzereydi. Bu sebeple restoranların bulunduğu Main Street’e yöneldik..Tüm iç organlarımızı alt üst edecek olan Space Mountain öncesi enerji depolamalıydık..Bunun için Market House Deli Restaurant denen yerde hamburgerimsi bir şeyle öğlen yemeğimizi yedik..Kendimizi hazır hissettikten sonra Space Mountain için oradan ayrıldık..
Eveet geldik Space Mountain’a..Yönümüz bu kez Discoveryland idi. Heyecanlı ama bir o kadar da hızlı adımlarla yürüdük oraya ulaşmak için..Ve beklenen an gelmişti..İnsanı uzay boşluğunda sağdan sola, yukardan aşağıya savuran Space Mountain gerçekten anlatıldığı gibiymiş. İki kez 360 derece dönüyorsunuz, başınız sağa sola çarpacakmış gibi oluyor ama bir binen bir daha biniyor arkadaş..
Korktuğumuzdan değil ona binmek için o yolu tekrar tekrar yürümekten yorulduğumuz için Space Mountain’tan başka ufuklara yelken açtık. Şimdi hangi alanda neyin olduğunu açıklamama gerek yok; çünkü oyun alanlarındaki temel felsefe bir şeye binip gezmekten ibaret..
Seyahat fotoğraflarım ve videolarım için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.
INSTAGRAM : @seqununseyahatnamesi
1 yorum
Pingback: Avrupa Yolculuğu 3. Gün : Paris’in Altını Üstüne Getirmek !! | Sequ'nun Seyahatnamesi